Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri son zamanların en gergin performansını yaşıyor. Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl yaptığı Dış Politika Algı Araştırmaları çalışmasının 2017 ayağında da bu performans kaybını açıkça görmek mümkün. Zira, gelinen noktada Türkiye’nin AB üyeliğini destekleme oranı yüzde 48,4 olarak belirlendi. ‘Türkiye AB’ye hiçbir zaman tam üye olamayacak’ diyenlerin oranı 2015 yılında yüzde 47,6 iken, bu oran geçen yıl yüzde 66,7’ye, bu yıl ise yüzde 81,3’e yükseldi. Buna karşılık, Türkiye ile AB arasında üyelik yerine farklı bir model kurulmasını destekleyenlerin oranı yüzde 30,4’te kaldı.
Müzakere sürecinin dondurulduğu, Gümrük Birliği anlaşmasının genişletilmeyeceğinin bizzat Alman Şansölye Angela Merkel tarafından duyuruldu. İşte bu süreçte Türkiye – AB ilişkilerinin yansımalarını ve alternatif yol haritasını tartışmak için, Kadir Has Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi, “Ortak Coğrafyada Türkiye AB İlişkileri” paneli düzenledi.
Panele Emekli Büyükelçi ve Avrupa Birliği Eski Genel Sekreteri Oğuz Demiralp, Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Meltem Müftüler Baç, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atila Eralp, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinem Açıkmeşe ve Habertürk Gazetesi Yazarı Soli Özel katıldı.
“Junker ve Macron iki farklı yaklaşım öneriyor”
Panelistlerin en çok üzerinde durduğu konular sırasıyla, Türkiye’nin AB dışında bir alternatif arayışı, sorunların kaynağı, ilişkilere yaklaşımda farklı yöntemler oldu. Prof. Atila Eralp, Avrupa Birliği’nin ana eğilimin parçalanma değil, bütünleşme üzerine olduğunu ve bu bütünleşmenin içerisinde Türkiye’nin de görüldüğünü söyledi. Eralp konu üzerine iki farklı yaklaşımın olduğunu ve asıl önemli olanın bunlara eğilmek olduğu vurgulayarak devam etti:
Bütünleşmeyi nasıl sağlayacağız konusunda Avrupa Birliği Komisyonu ve Jean-Claude Juncker bütünleşmeyi aynı sistemle devam ettirmeyi ancak daha iyi ilişkiler kurulması gerektiğini düşünüyor. Bu bütünleşmeye yalnızca ekonominin değil, dış politika ve güvenliğin de dahil edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Diğer yandan, Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, eski metotlarla ilişkileri yürütmenin imkansızlaştığını söylerken, yeni bir yol bulunması gerektiğini vurguluyor. Burada da uzun zamandır konuşulan “farklılaşmış entegrasyon” modelini öneriyor. Üyeliği değil, iş birliğini konuşalım istiyorlar.
Prof. Meltem Müftüler ise sürecin ve müzakerelerin iki tarafında karşılıklı hatalarıyla sıkıştığını dile getirirken, “Güncel konjonktür içerisinde birbirimizden başka kimsemiz olmadığımızı görmememiz gerekiyor” dedi. Müftüler, Avrupa Birliği’nin birçok projesinde görev aldığını ve “farklılaştırılmış entegrasyon” modelinin çeşitli sorunları olduğunu dile getirdi.
Problemin kaynağı neresi?
Eski Avrupa Birliği Genel Sekreteri emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp ise sahada gördüğü deneyimleri paylaştığı konuşmasında “Türkiye’nin Malazgirt’ten bu yana yolu Batı’dır. Osmanlı bir Ortadoğu ülkesi değil, Batı ülkesiydi. Bu istikamet değişimini anlamlandırmak giderek güçleşiyor. Türkiye’nin tek yolu, tarihin ona biçtiği yoldur, Batı’dır” dedi.
Oğuz Demiralp’in ardından söz alan Soli Özel, problemin yalnızca Türkiye ve Türk hükümetinden kaynaklandığını düşünmenin büyük hata olacağını söyleyerek konuşmasına başladı. AB’de bir ikiyüzlülüğün hakim olduğunu iddia eden Soli Özel, “Bugün Türkiye’nin hukukun üstünlüğü, insan hakları karnesi kırıklarla dolu, bu reddedilemez ancak hukukun üstünlüğünü, birliğin şiarı belirlemiş Avrupa’nın göbeğinde Polonya’nın, Macaristan’ın durumunu konuşmayacak mıyız? Muhalefetin susturuluşunu, güçler ayrılığı ilkesinin bulanıklaşmasının yeri Avrupa olunca da konuşulmalı” dedi.
AB, çok büyük toplumsal bir projedir, toplumların kaynaşması projesidir. Bir zamanlar bana bağlı olan gençlik programları gençleri bir araya getirerek ortak bir geleceği simgeliyordu. Bu gibi projelerin bitmeye yaklaşması demek, asıl kopuş anlamına gelir.”
“Gençlik programlarının bitmesi asıl kopuştur”
Panelin ardından, Emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerinin akademik iş birliğine etkileriyle alakalı sorularımızı yanıtlamayı kabul etti. Genel bir değerlenme yapmasını istediğimizde, Demiralp “Son yaşananlar aslında yıllardır yaşanan, aşınmış sorunlar. Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye karşı muhalefet giderek büyüyor, burada da yönetimin Avrupa Birliği’ne girme gibi bir niyeti olmayınca bu sorunlar iyice ayyuka çıktı” dedi.
Demiralp, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki eğitim, kültür etkileşiminin bugününü, “AB’nin yalnızca bir siyasi proje olduğunu söylerseniz, hata yaparsınız. Çok büyük toplumsal bir projedir, toplumların kaynaşması projesidir. Bir zamanlar bana bağlı olan gençlik programları gençleri bir araya getirerek ortak bir geleceği simgeliyordu. Bu gibi projelerin bitmeye yaklaşması demek, asıl kopuş anlamına gelir” şeklinde değerlendirdi. Oğuz Demiralp, Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında yaşanan krizlerde bir tepki biçimi olarak Erasmus Anlaşmalarını iptal eden okulları, üniversite olarak nitelemektense, parti organı demenin daha doğru olacağını söyledi.
Son olarak Avrupa Parlamentosu Komisyonu’nun aldığı “siyasi gerekçeli hibe kesintisi” kararı konusunda ise Demiralp, “Avrupa Birliği tarihinde benzeri olmayan bir olay, ne kadar yanlış bir yolda olduğumuzun da beyanıdır. Ancak Avrupa kültürel faaliyetlere hala çok değer veriyor. Bu kesintilerin büyük çoğunluğu siyasi alanlarda yapılacak, siyasi karar alıcılara kesilecek. Üniversitelerin, akademik anlaşmaların bundan etkilenmesini beklemiyorum” yorumunda bulundu.