Kadir Has Üniversitesi ve Friedrich-Ebert-Stinfung Derneği’nin birlikte düzenlediği “Türkiye’de Medya ve Toplumsal Kutuplaşma” paneli 7 Aralık Perşembe günü KHAS Galata Salonu’nda yapıldı. Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Suncem Koçer moderatörlüğünde, Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Doç. Dr. Burak Özçetin, Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ ve Doç. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye’de medya ve toplumsal kutuplaşma konusunu kendi araştırmalarından hareketle masaya yatırdı.
Politizasyondan kutuplaşmaya
Bekir Ağırdır, Türkiye’de politize olma halinin her geçen gün kutuplaşmaya neden olduğunu belirtti. KONDA’daki kutuplaşma tanımına göre, insanlar artık problemlere karşı o sorunların aktörlerine değil de kendi siyasi pozisyonlarına göre tutum geliştiriyorlar. Türkiye’de her 100 insandan 64’ünün bir şekilde kutuplaştığını söyleyen Ağırdır, siyasi kutuplaşmanın artık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yandaşı veya karşıtı olmaktan çıkıp Cumhurbaşkanı Erdoğan yandaşı veya karşıtı olmaya doğru gittiğinin altını çizdi.
Ağırdır: Türkiye’de yaşanan kutuplaşma biz duygusunu parçalıyor. Siyasi iktidarlar değişse de bu problemler bitmeyecek. Çünkü sorun çok daha derinlerde.
“Bedava olsa almam” diyenler ve diğerleri
Siyasi pozisyona bağlı olarak marka seçimlerinin de değiştiğini savunan Ağırdır, sözlerine şu şekilde devam etti:
Bu sabah itibariyle herhangi bir markete giren dört insandan birinin kafasında “bedava olsa almam” dediği marka var. Kutuplaşma biçimi tüketim alışkanlıklarına da yansıyor. Ancak daha da kötüsü kültürel kimlikler ve hayat tarzlarında yaşanan kutuplaşma. Laikler ve dinciler kutuplaşması örnek olarak verilebilir. Türkiye’de kendini mağdur hisseden kimliklerin derdi hep devletleydi. Gerilim devletle kimlik arasındaydı. Bugün hem o kavga sürüyor hem de toplumun kendi içindeki kutuplaşma körükleniyor. Kürt meselesi Kürtlerin devletle olan gerilimiyken günümüzde toplumun iç gerilimi haline geliyor.
Yatay kutuplaşmanın dikey kutuplaşmadan farklı olarak negatif bir enerji yarattığını söyleyen Ağırdır, her bir kimliğin öbürü olmadan yaşayabileceğini düşünmesinin yatay kutuplaşma örneği olduğunu söyledi:
Türkiye’de yaşanan kutuplaşma biz duygusunu parçalıyor. Siyasi iktidarlar değişse de bu problemler bitmeyecek. Çünkü sorun çok daha derinlerde.
Yankı odaları
Bilgi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Emre Erdoğan da 2015’te tamamlanan Medya ve Kutuplaşma konulu araştırmasının sonuçlarından bahsetti. Erdoğan’a göre, Siyasi parti taraftarlığının sosyal kimliğe dönüşüyor, bu da ötekileştirmelere neden oluyor. Turkiye’de kutuplaşmanın boyutlarını 2015 araştırmasının sonuclarında görmenin mümkün olduğunu söylüyor. Buna göre, toplumda kutuplaşma nedeniyle yankı odaları oluşuyor, taraflar kendilerine benzeyen alanlar yerler yaratıyor.
Erdoğan bu araştırmada, insanlar arasındaki sosyal mesafenin arttığı sonucuna vardıklarını söylüyor. Buna göre varılan sonuçlar çarpıcı:
Siyasi partilerin tabanları birbirleriyle iş yapmak istemiyor, kız alıp vermek istemiyor, çocuğunun arkadaşlık yapmasını istemiyor. Komşuluk yapmak istemiyor. Normalde bir siyasi farktan bahsettiğiniz zaman bunun çok önemli bir fark olmaması lazım. Bugün bu partiye oy verirsiniz, yarın başka partiye oy verebilirsiniz. Bu kadar uçurumun olmaması gerekiyor.
Muhafazakarların televizyon izleme eğilimleri
Özçetin: Araştırmanın sonuçlarına göre yüksek dindarlık düzeyindekiler için en rahatsız edici televizyon unsuru çıplaklıkken düşük dindarlık düzeyindekiler için ise cinsiyetçilik ve ırkçılık olduğu görülüyor.
TÜBİTAK tarafından desteklenen “Muhafazakarlarda Televizyon İzleme Eğilimleri: Kimlik, Popüler Beğeni ve Sınırlar” araştırmasını yöneten Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden Doç. Dr. Burak Özçetin katılımcılarla araştırmanın bulgularını paylaştı.
- Araştırmaya göre Türkiye’de en çok izlenen üç kanal sırasıyla yüzde 29 ile Kanal D, yüzde 28 ile ATV, yüzde 26.2 ile FOX TV.
- Son seçimlerde AKP seçmeninin yüzde 11.6’sı, MHP seçmeninin yüzde 25’i, HDP seçmeninin yüzde 34’ü, CHP seçmeninin ise yüzde 51’i en çok FOX TV’yi izlediğini söylüyor.
- Kanal D’de daha eşit bir dağılım görmek mümkün. CHP seçmeninin yüzde 37’si, AKP seçmeninin yüzde 34’ü, HDP seçmeninin yüzde 33’ü, MHP seçmeninin ise yüzde 30’u en çok Kanal D izlediklerini söylüyor.
- Katılımcılara kanalların itibarlarını 1-10 arasında değerlendirmeleri söylendiğinde ise AKP seçmeni ATV ve TRT 1’e 7.1 gibi yüksek bir değer verirken FOX TV’ye 4.4 veriyor. CHP seçmeni için ATV’nin itibar skoru ise yalnızca 3.8.
Düşük dindarlık düzeyindekiler için TV’deki en rahatsız edici unsur, cinsiyetçilik ve ırkçılık. Araştırmanın sonucuna göre, AKP seçmeninin yüzde 71’i için televizyondaki en rahatsız edici unsur çıplaklık. CHP seçmeninin ise yüzde 39’u çıplaklıktan rahatsız oluyor. CHP seçmeninin yüzde 56’sı, HDP seçmeninin ise yüzde 53.4’ü için televizyondaki en rahatsız edici unsur cinsiyetçilik ve kadına yönelik ayrım. Özçetin, “Araştırmanın sonuçlarına göre yüksek dindarlık düzeyindekiler için en rahatsız edici televizyon unsuru çıplaklıkken düşük dindarlık düzeyindekiler için ise cinsiyetçilik ve ırkçılık olduğu görülüyor.” dedi.
“Yarışma ve yerli dizilerde ciddi ayrışmalar yok”
Kanal tercihlerinden program tercihlerine doğru gidince çok ciddi kırılma ve ayrılmaların olmadığını söyleyen Özçetin, popüler kültürün televizyondaki yakınlaştırıcı etkisine değindi:
Özellikle yerli dizi ve yarışma söz konusu olduğunda parti ve dindarlık açısından çok ciddi kırılmaların olmadığını gördük. Bu durum bize, insanların eğlence ve popüler kültürde birleştiklerini gösteriyor. Özellikle popüler kültür, televizyonun yakınlaştırıcı yönünü ön plana çıkarıyor. Öte yandan yabancı dilde yayın yapan kanal tercihlerinde ise ciddi bir ayrışma ortaya çıkıyor. Düşük dindarlık düzeyindeki insanların neredeyse yarısı yabancı dilde yayın tercih ederken yüksek dindarlık düzeyindekiler arasında takip oranı yüzde 10’lara düşüyor.
Bozdağ: Sosyal medya gündelik hayattan kopuk değil
Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü Başkanı Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ, sosyal medyayla ilgili önemli bilgiler verdi. Gündelik hayatta sosyal medyanın “sanal alem” çağrışımı yapabildiğini söyleyen Bozdağ, akademik alanda son 15-20 yıldır bu düşüncelerin kabul görmediğini açıkladı:
Sosyal medya gündelik hayatımızdan, toplumsal dinamiklerimizden kopuk bir mecra değil; aksine gündelik hayattan beslenen, ilişkilerimizle şekillenen bir dünya. Sosyal medya toplum tarafından şekilleniyor ama hayatımızda bir şeyleri de değiştiriyor. Sosyal medyanın hayatımıza getirdiği en büyük yeniliklerden bir tanesi de normal şartlar altında gündelik hayatımızda siyasi görüşlerini hiçbir zaman dikkate almayacağımız insanları daha yakından tanıma ve onlarla iletişimimizi sürdürme olanağı vermesi.
Bozdağ: Sosyal medyanın hayatımıza getirdiği en büyük yeniliklerden bir tanesi de normal şartlar altında gündelik hayatımızda siyasi görüşlerini hiçbir zaman dikkate almayacağımız insanları daha yakından tanıma ve onlarla iletişimimizi sürdürme olanağı vermesi.
Temas azaldığı zaman kutuplaşma artıyor
Bozdağ, sosyal psikolojiyi ve siyaset bilimi alanında yapılan araştırmaları örnek göstererek toplumsal temas azaldığı zaman kutuplaşmanın arttığını söyledi. “Eğer hayatımızda farklı gruplardan insanlar yoksa onlara karşı sosyal mesafemiz artıyor.” diyen Bozdağ, sunumuna “context collapse” yani “ağların, bağlamların çöküşü” konusuna değinerek devam etti:
Normalde herkesin belli sosyal grupları vardır. Ailemizin yanında konuşup iş arkadaşlarımızın yanında konuşmayacağımız veya yakın arkadaşlarımızla konuşup ailemizle konuşmayacağımız konular vardır. Her yerde belli bir bağlama göre hareket ediyoruz. Ama söz konusu sosyal medya olunca herkesi aynı ağın içine atıyoruz. Bir şey paylaştığımız zaman tüm bağlamlar çakışabiliyor. Belki de yaşadığımız çatışmaların önemli sebeplerinden biri de bu.