İktidarın 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesinin ardından kamuoyuna sızan yeni yasa tasarısı Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapmayı hedefliyor. Tasarı, özellikle LGBTİ+ bireyleri kriminalize etmeyi amaçlamakta; LGBTİ+ kimliği suç haline getirilerek varoluşun kendisi cezalandırılmak ve açıkça yasaklanmak istenmektedir. İktidarın hukuken belirsiz bir içerikle düzenlediği yasa tasarısı, toplumun her kesimini etkileyecek nitelikte.
Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk alanında çalışan Doktor Öğretim Üyesi Reyda Ergün, söz konusu tasarının Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları sözleşmelerini, AİHM içtihadını ve Anayasa’yı ihlal etmesi bakımından, Türkiye’yi bir hukuk devleti olmaktan uzaklaştırdığını ifade ediyor.
Bedenle Değil Beyanla Varız: Doğuştan Gelen Biyolojik Cinsiyet Değil, Öz Belirlenim!
Reyda Ergün’e göre, TCK madde 225’e getirilen düzenleme yalnızca LGBTİ+ bireyleri değil, toplumsal cinsiyet normlarına aykırı görülebilecek her türlü kişiyi ve davranışı da hedef alıyor. Buna, küpe takan bir erkek veya kısa saçlı bir kadının ya da LGBTİ+ dernekleri ve insan hakları savunucularının faaliyetlerinin bile dâhil edilmesi söz konusu. Teklif, doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışları alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişilerin bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngörmektedir. Her ne kadar metin doğrudan bu davranışları yapan kişileri hedef almıyorsa da, bu davranışlarda alenen bulunmanın teşvik ve özendirme kapsamında değerlendirilme ihtimali suç kapsamını fiilen genişletebilmektedir. Reyda Ergün, değişiklikte “doğuştan gelen biyolojik cinsiyet” ve “genel ahlak” gibitanımı tartışmalı ifadelerin kullanılmasının son derece belirsiz bir hukuki alan yarattığını ifade ediyor. Yaratılan hukuki belirsizlik, kanun uygulayıcılarının keyfi ve orantısız yorumlamalarına açık kapı bırakıyor. Ayrıca, aynı cinsiyetteki bireylerin resmi olmayan nişan ya da evlilik töreni yapmalarına da bir yıl altı aydan dört yıla kadar hapis cezası getiriliyor. Resmiyeti bile olmayan etkinlikleri aile kurumunuvetoplum yapısını koruma gerekçesiyle suç haline getirmek LGBTİ+ bireyleri izolasyona sürüklüyor.
Reyda Ergün, değişiklik maddesinde “doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırılık” ifadesine yer verildiğini belirtiyor. Gerekçede ise bu davranışların “genel ahlaka aykırı olacak şekilde” tanımlanmasının, kişinin doğumda atanan cinsiyetine atfedilen toplumsal rollere aykırı davranmasının “genel ahlaka aykırılık” olarak değerlendirildiğine işaret ettiğini ifade ediyor. Bu, suçun maddi unsuru anlamında düzenlemeyi daha da belirsiz kılarken temel hak ve özgürlükler açısından ciddi riskler doğuruyor. Ayrıca Reyda Ergün, gerekçede tektipleştirmeve cinsiyetsizleştirme gibi ne anlama geldiği tam olarak anlaşılmayan kavramların da yer almasının düzenlemeyi daha da belirsiz ve temel hak ve özgürlükler açısından tehlikeli hale getirdiğini belirtiyor.
Kimliğe Mahkeme, Sağlığa Engel: Translar Hedefte!
Medeni Kanun’un 40. maddesine getirilen değişikliklerle birlikte, zaten zorlayıcı olan cinsiyet uyum süreci ve cinsiyetin hukuken tanınmasına erişim neredeyse imkânsız hale geliyor. İlk değişiklikle, “cinsiyet değişikliği” başvurusu için öngörülen yaş sınırı 18’den 21’e yükseltiliyor.
İkinci değişiklikle, mevcut düzende herhangi bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınabilen “ruh sağlığı açısından zorunluluk” ve “transseksüel yapıda olma” yönündeki tıbbi raporun, artık yalnızca Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen tam teşekküllü hastanelerde, en az üçer ay aralıklarla yapılacak dört ayrı değerlendirme sonucunda alınması zorunlu hale getirilmektedir. Maddenin mevcut halinde herhangi bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınabilen bu rapor, fiilen yalnızca 16 hastane tarafından verilmektedir. Reyda Ergün, yapılması planlanan değişiklikle birlikte kapsamın daha da daraltılmasının, bu hakkın coğrafi açıdan erişimini zorlaştıracağını ve ekonomik engellerle birleştiğinde kullanımını kısıtlayacağını belirtti.
Üçüncü değişiklik, cinsiyet uyum sürecinde yapılacak olan her türlü tıbbi müdahaleye ilişkin. Bugün yalnızca cinsiyet uyum ameliyatları için mahkeme kararı gerekiyor; bu nedenle hormon tedavisi, estetik müdahaleler ve psikolojik destek gibi unsurlar mahkeme izni olmadan gerçekleştirilebiliyor. Ancak yapılması planlanan değişiklikle cinsiyet uyum sürecinde yapılacak her türlü tıbbi müdahale için mahkeme izni şartı getiriliyor. Buna yurt dışında gerçekleştirdiğiniz cinsiyet uyum ameliyatları da dahil. Mahkeme izni şartını ihlal edenlere Ceza Kanunu’na getirilen yeni bir madde ile hapis cezası veriliyor. Reyda Ergün, bu düzenlemelerin birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de cinsiyet kimliğinin hukuken tanınması ve cinsiyet uyum sürecine erişimin fiilen imkânsız hale geleceğini belirtti. Bu değişiklik, sadece fiziksel müdahaleleri değil, geniş yorumlanması hâlinde psikolojik ve psikiyatrik destek hizmetlerini de kapsayabilir. Bu da trans bireylerin hem ruhsal hem de fiziksel sağlık hizmetlerine erişimini engellemek anlamına gelecektir.
En önemli değişikliklerden biri, daha önce AİHM’in ihlal kararı vermesi üzerine Anayasa Mahkemesi’nin 2017’de iptal ettiği “üreme yeteneğinden yoksun bulunma” şartının tasarıyla tekrar düzenlenmesi. Kişinin üreme yeteneğinden yoksun bulunması şartı için ya kişinin zaten doğuştan itibaren üreme yeteneğinden yoksun olması gerekir ya da kişinin kendini kısırlaştırması gerekir; bu da zorunlu kısırlaştırma anlamına gelir. Zorunlu kısırlaştırma şartı, kişinin öz belirlenim hakkını ihlal eden, dayatmacı ve insan haklarına aykırı bir anlayışın yasal zemine oturtulma çabasını yansıtır. Reyda Ergün, maddenin gerekçesinde “sosyolojik sebeplerden kaynaklı cinsiyet değişikliğinin önlenmesinin” amaçlanarak trans kimliğinin patolojik ve istisnai bir durum olarak çerçevelendiğine işaret etti. Ayrıca gerekçede, aile kurumunun ve toplum yapısının korunması amacının da yer aldığını belirtti. Bu durumun, trans bireylerin aile için bir tehdit unsuru gibi gösterilerek kriminalize edilmesine yol açtığını ekledi. Reyda Ergün bunu Türkiye’de hâlâ trans kimliğini hastalık olarak gören tıbbi modele dayalı bir hukuki yaklaşımın olmasıyla ilişkilendiriyor. “Oysa bugün birçok ülkede, cinsiyet kimliğinin tanınması ve cinsiyet uyum sürecine erişim, kişinin öz belirlenim hakkı kapsamında insan hakları modeline dayalı bir yaklaşımla düzenlenmektedir” diye ekledi. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütü trans kimliğini artık bir ruh sağlığı bozukluğu olarak sınıflandırmıyor. Aksine, cinsiyet uyum sürecine erişimi bir insan hakkı olarak kabul ediyor.
Yaşamlarımız Kutsal Ailenizden Çok Daha Renkli
Reyda Ergün’ün de vurguladığı üzere, hukuk devletinde ceza hukukunun görevi temel hak ve özgürlükler ile demokratik toplum düzenini korumaktır. Ceza hukuku ancak korunan çıkar ya da hakkın yeterince korunmadığı durumlarda devreye girer. Aile kurumunun korunması adı altında iktidarın toplumsal cinsiyet normlarına uymayan kimlikleri ve yaşam tarzlarını hedef alarak LGBTİ+ bireylerin varoluşunu ceza mekanizmalarıyla yasaklaması hukuku ataerkil ve otoriter bir cinsiyet rejiminin inşasının aracı haline dönüştürmektir.
Bu araçsallaştırma, hukuk devletinin değil, yürütülen ataerkil toplumsal cinsiyet rejimininsürekliliğini sağlamaya yönelik siyasi bir tercihtir. Temel hak ve özgürlükleri hedef alan sistematik cezalandırmalar ve insan hakları standartlarına açıkça aykırı olan düzenlemeler hukukun iktidarın elindeki cinsiyetlendirilmiş bir aygıt olduğunun ifadesidir. İktidarın “cinsiyet rejimi”ni yeniden tanımlamaya yönelik adımları evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Bireylerin cinsiyet kimliğinin hukuken tanınması, cinsiyet uyum sürecine erişim, öz belirlenim, yaşam, örgütlenme, ifade özgürlüğü ve beden bütünlüğü hakları ihlal edilmektedir.
İktidarın gasp etme arzusunda olduğu haklar için verilecek mücadelede etkili bir kamuoyu oluşturmak kritik bir önem taşıyor. Hak temelli söylemleri merkeze alarak yürütülecek kapsayıcı ve sürekli bir kamuoyu çalışması iktidarın dayattığı cinsiyet rejimine karşı etkili bir yöntem olabilir.